Urfalıların Soyu Nereden Gelir? Tek Bir Soy Masalına İnanmayı Bırakalım!
Cesurca söyleyeyim: “Urfalıların soyu nereden gelir?” sorusuna tek cümlelik, safkan bir cevap arayan herkes yanlış kapıyı çalıyor. Bu arayışın kendisi sorunlu. Çünkü soy dediğimiz şey, genellikle siyasetin, romantize edilmiş tarihçiliğin ve nostaljinin harmanlandığı kırılgan bir kurgu. Şanlıurfa, Mezopotamya’nın eşiğinde durur; burası tek bir damarın değil, çoklu akarsuların yatağıdır. “Saf soy” anlatısı, Urfa’nın gerçek hikâyesini daraltır, hatta çarpıtır.
Mitleri Kırmak: “Tek Kök” Israrının Kör Noktaları
Urfalıların kökenini tek bir ya da iki etnik etikete indirgeyen yaklaşım, tarihsel gerçekliğin karmaşıklığını görmezden gelir. Bu tür cevaplar kulağa hoş gelir; düzenli, temiz ve sade bir tablo sunar. Ama soralım: On binlerce yılın göçlerini, ticaret yollarını, imparatorluklarını, evliliklerini ve zorunlu yer değişimlerini hangi tek kök anlatısı taşıyabilir?
Eleştirel olmak zorundayız: “Soy” söylemi, çoğu zaman aidiyetimizi güçlendirse de, kanıta dayalı tarihçiliği zayıflatır. Bir efsaneye yaslanan köken, kimliğimizi pekiştirebilir; fakat bizi hakikate değil, rahatlatıcı bir masala götürür.
Katman Katman Urfa: Mezopotamya’dan Cumhuriyete
Urfa’nın geçmişi, tek bir milatla başlamıyor. Bölge; avcı-toplayıcı izlerinden, erken tarım topluluklarına, kentleşmenin ilk örneklerinden Helenistik ve Roma dönemlerine, Bizans etkisinden Arap fetihlerine, oradan Selçuklu, Eyyûbi, Memlûk, Osmanlı ve Cumhuriyet katmanlarına uzanır. Urfa’nın eski adı Edessa yalnızca bir dönem etiketi değil; aynı coğrafyanın farklı dillerle, farklı iktidarlarla, farklı inançlarla dönüşmesinin adıdır.
Bu tarihsel süreklilikte Süryanice, Aramice, Grekçe, Arapça, Kürtçe, Türkçe, Zazaca gibi dillerin izleri var. Diller değişir, sınırlar kayar, isimler dönüşür; fakat coğrafyanın hafızası, katman katman birikir. “Urfalıların soyu” dediğimizde aslında bu birikimi konuşuyoruz.
Bugünün Urfası: Birlikte Yaşamın Çokdilli Gerçeği
Günümüz Şanlıurfa’sı, Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Zazaca konuşan toplulukların yan yana yaşadığı bir saha. Şehirleşme, iç ve dış göçler, ekonomik dalgalanmalar, sınır hareketliliği… Tüm bunlar, son yüzyılda yeni karışımları doğurdu. “Saf soy” anlatısının tam karşısında duran şey de bu: sosyallik, evlilik ağları, mahalleler, pazarlar ve sınır geçişleri. Kimliğin, salt atadan gelen “kan”la değil, güncel ilişkilerle de kurulduğunu kabul etmek zorundayız.
Zayıf Noktalar: Efsaneye Dayalı Tarihçilik ve Pseudo-Bilim
Urfalıların kökenini tek bir kutsal hikâyeye, tek bir kavim anlatısına ya da bir DNA testinin yüzdelik pastasına kilitlemek; akademik titizliği çöpe atmaktır. Pseudo-bilimsel iddialar, “haplogrupların kaderi belirlediği” gibi abartılı yorumlara kapı aralar. Oysa genetik, arkeoloji, epigrafi, vakayinameler, nüfus defterleri ve toponimi birlikte okunmadan “soy”dan bahsetmek, karikatür üretmektir.
Bir başka zayıflık da haritalara bakıp etnik sınırlar hayal etmek. Haritalar statiktir, toplum dinamik. Çizgiler değil, insan hareketleri gerçektir.
Provokatif Sorular: Tartışmayı Açalım
“Urfalıların soyu” diye sorduğumuzda, aslında hangi dönemi kastediyoruz; Roma mı, Osmanlı mı, yoksa 20. yüzyılın göç dalgaları mı?
Kimliğimizi kanıttan çok hikâyeye yaslayınca neyi güçlendiriyor, neyi zayıflatıyoruz?
Bir şehrin geçmişini, tek bir etiketle anlatmak; o şehirde birlikte yaşamayı bugün nasıl etkiliyor?
Dil mi, din mi, coğrafya mı, akrabalık mı—hangisi “soy”u daha çok belirler; yoksa hepsi mi?
Kanıt Odaklı Yaklaşım: Nasıl Konuşmalıyız?
Eleştiri yetmez; yöntem de önermek gerekir. Urfalıların kökeni konuşulacaksa:
1. Çoklu disiplin şart: Arkeoloji, tarih, antropoloji, dilbilim, genetik birbirinden bağımsız okunamaz.
2. Zaman katmanlılığı esas: “Soy” anlatısı, hangi yüzyıl için konuşulduğunu açıkça belirtmeli.
3. Yerel kaynaklar değerlendirilmeli: Eski mahalle kayıtları, vakıf defterleri, seyyah notları, taş yazıtlar…
4. Şimdiki zaman unutulmamalı: Göç, evlilik, iş ve eğitim ağları, kimliklerin sürekli yeniden kurulduğunu gösterir.
Bu çerçevede görünen şey net: Urfa’nın soyu, “tek bir damar” değil; bir ırmak deltası.
Sonuç: Soy Yerine Hikâye, Etiket Yerine Hakikat
“Urfalıların soyu nereden gelir?” sorusunun dürüst cevabı, romantik olmayabilir ama özgürleştiricidir: Birçok yerden. Urfa’yı Urfa yapan, çoklu kökenler, çoklu dillilik, çoklu hafızadır. Bu çokluk; çatışma değil, dayanıklılık üretir. Tekil soy anlatıları, bugünün çoğulluğunu daraltır; oysa şehirler üst üste binmiş zamanların eseridir.
Kışkırtıcı ama gerekli çağrı şudur: Tek soy masalını bırakalım. Yerine, kanıta dayalı, katmanlı bir anlatı kuralım. Urfa’yı tek bir damara hapsetmek yerine; onu deltanın genişliğinde düşünelim. Çünkü tarih bize şunu fısıldar: Kimliği korumanın en sağlam yolu, çoğulluğu kabullenmek ve onunla yaşamayı öğrenmektir.
Bugün soralım: Urfa’yı sevmek, onun çeşitliliğini savunmak değilse nedir? Ve biz, hangi hikâyeyi seçersek yarına daha barışçıl, daha gerçekçi bir şehir bırakırız?